Henüz altı, yedi yaşarlındaydım. O zamanlar beş kardeştik.
Bir ablam ve iki ağabeyim ve bir kız kardeşim vardı. Ben biraz meraklı ve bir
kız çocuğundan beklenmeyecek kadar da haylazdım. Annemle babam evde yokken
onların odasındaki çekmeceleri, dolapları karıştırmaya bayılırdım. Hoş bulduğum
şeyler çok da gizli saklı şeyler değildi ama bulduklarımı arada bir görmek de
hoşuma gitmiyor değildi. İşte ilk prezervatif görüşüm de bu ajanlık dönemlerime
dayanır ama bulduğumun ne olduğunu çok sonradan anlamıştım o da ayrı bir konu.
Hatta anneme bebeğin nasıl dünyaya geldiğini bile sormuşum beş yaşımda. O da bana arı ve çiçek polenlerini anlatıp babanın arı, annenin ise bir çiçek olduğunu ve bebeğin de buna benzer bir şekilde dünyaya geldiğini anlatmış. Aslına bakarsanız kaçamak bir anlatış değil, tam beş yaşındaki bir çocuğa göre.
Muz, şeftali, armut, portakal ve diğer tüm şekillerdeki marzipanlardan ve şemsiye çikolatalardan ikişer tane aldık ve çıktık. Biri bana biri canımdan çok sevdiğim ağabeyime.
Tuna Pastanesi’nde o pazar günü otururken anladım ben anne olmanın ne demek olduğunu, ne gibi fedakârlıklar istediğini. Otuz üç yaşında bir kadının bir anda üç çocuğa nasıl yetebildiğini, bir adamı sevmenin kadına nasıl bir güç kattığını, bir kadını sevmenin bir adama nasıl umut verdiğini.
× o gün anladım ben gerçek anneliğin sadece doğurmak olmadığını,
× o gün anladım ben anneliğin zamanını ve ilgiyi daha muhtaç olan çocuğuna vermek olduğunu,
× o gün anladım ben anneliğin kadına nasıl bir güç verdiğini,
× o gün anladım ben çocuğun bir annenin hayatındaki önemini,
× o gün anladım ben, anne olan bir kadının yapamayacağı bir şey olmadığını,
× o gün anladım ben annemin değerini,
×
o gün anladım ben nasıl bir anne olmak
istediğimi,
× o gün anladım ben neden anne olmak istediğimi; İçimden taşan sevgimi vermek istediğimi…
Hatta anneme bebeğin nasıl dünyaya geldiğini bile sormuşum beş yaşımda. O da bana arı ve çiçek polenlerini anlatıp babanın arı, annenin ise bir çiçek olduğunu ve bebeğin de buna benzer bir şekilde dünyaya geldiğini anlatmış. Aslına bakarsanız kaçamak bir anlatış değil, tam beş yaşındaki bir çocuğa göre.
Ağabeyim, benim tam tersime bir o kadar sakin bir çocuk ama
benim de en iyi arkadaşımdı. Aramızda 17 ay kadar bir yaş farkı vardı ve bu
bizi daha da yakınlaştırıyordu. Bulduğum bir sakızı bile onunla paylaşmassam içime
sinmezdi. Herşeyi beraber yapardık. Hatta bir keresinde evi bile yakıyormuşuz.
Annem ağabeyime çok fazla ilgi gösterirdi. Geceleri o uyuyana kadar
yanında durur, elini tutar, saatler boyunca ona akrep ve yelkovanın birbirine yaptığı
açılara göre saatin kaç olduğunu, çarpım tablosunu ya da ayakkabı bağlamayı
öğretirdi. Ben de yanlarında olduğum için tüm bunlardan nasibimi alıp birçok
şeyi yaşımdan daha önceden öğrendim. Yok, düşündüğünüz gibi değil garip bir
biçimde hiç kıskanmazdım onların ilişkisini, yakınlıklarını.
Uzun ajanlık günlerimin bir sonucu oldu tabi. Kafam çok
karışmıştı. Bir şeyler birbirini tutmuyordu. Benimkiyle ablamın ve ağabeylerimin kimliklerinde
farklı isimler vardı. Etrafta bir sürü teyze amca ve anneanne dediğimiz ama çok
sevdiğimiz insanlar vardı. Ablama bununla ilgili bir soru sorduğumda hemen
geçiştiriyor ama verdiği cevabın beni tatmin edemediğini de içten içe
biliyordu. Artık korkuyordum da. Evlatlık mıydım ben?
Bu böyle gitmezdi. Ben kendime yenilemezdim ve karıştırmaya
devam ettim. Taki bir resim buluncaya kadar. Gelin o kadar zarif ve güzel,
damat ise o kadar tıfıl ve zayıftı. Benim babamda yaşlanınca yakışıklı olan
erkeklerdenmiş neyse ki o günlerine şahit olmadım. Gelin damat resminde bir
şeyler vardı, olması gerekenden daha kalabalık bir resim. Ablam ve büyük
ağabeyim... On yaşlarında ablam ve sekiz yaşlarında ağabeyim. Çocuk aklımla tek
düşünebildiğim evlatlık mıydım ben?
Atatürk Bulvarı üzerinde bulunan Tuna Pastanesi’ne geldik kahvaltıdan
sonra bir pazar günü. Tuna Pastanesi en sevdiğim pastane idi çünkü çocukluğumun
anlamı olan çeşit çeşit en renkli ve güzel şekilli marzipanların ve şemsiye çikolataların
satıldığı bir yerdi. Artık geçiştirme cevaplarla benimle baş edemeyeceklerini anlamışlardı.
Artık her şeyi anlatacaklardı bana. Beni nasıl, nerden ya da kimden evlat
edindiklerini.
Tuna Pastanesi’nin dekorasyonunu babamın arkadaşı olan Rum
bir usta yapmış. Manol amca. Bir kızı ve oğlu vardı. Küçük ağabeyimle ikimizin sömestr
tatili arkadaşlarıydı. Her sömestr tatilinde İstanbul’da bir araya gelirdik.
Pastaneyi o gün ilk defa o kadar detaylı inceliyordum. Heyecanlıydım ama her
şeyi de duymaya hazırdım. Ceviz rengi koyu ahşap lambrilerle kaplanmıştı tüm
duvarlar. Yine klasik ve evimizdekilere benzer koltuklar ve fiskos masası denen
ebatta masalar. Babam kasada duran tanıdıklarla merhabalaşıp siparişleri verdi
ve sakin bir köşeye oturmayı tercih etti. Tabii uluorta yerde söylenmezdi bir
çocuğa evlatlık olduğu, çöpten ya da çingenelerden alındığı.
Tahminimin tersine annem başladı konuşmaya. Anne olmanın ne
demek olduğunu anlatmaya başladı. Bir kadın bir bebeği çok severmiş, ona
bakmaya, onu korumaya başlarmış. O bebek sağlıklı büyüsün, okullara gitsin,
başarılı olsun istermiş. Bebek uyumazsa anne de uyuyamazmış, hastalanırsa anne de
hastalanırmış, bebek mutlu olursa anne de mutluluktan dünyalara sığamazmış. Annem
“ama…” dedi. Nefesimin kesildiğini hatırlıyorum o an. “Ama bir kadını gerçek
anne yapan en önemli şey tüm bunları o bebeği doğursa da doğurmasa da hissederek
ve isteyerek yapabilmesidir. Ben bunu doğurmadan üç kez doğurarak da iki kez
yaşadım” dedi… Aklım iyice karışmıştı. O yaşta toplama çıkarmayı ağabeyime
öğretilirken ben de öğrendiğim için yapabiliyordum ama şimdi yazılıya
çalışmamış tembel bir öğrenci gibi hissediyordum. Gördüğüm fotoğraf geldi
gözümün önüne. O fotoğrafta ablam ve büyük ağabeyim vardı. Ama sayıları iki idi
annem bana üç dedi. Küçük ağabeyimle ilgili bir şey duymak istemiyordum çünkü o
benim kıymetlimdi. O zaman küçük ağabeyim ve kız kardeşim, yook yook ben ve
küçük ağabeyim, yok o da olmadı ya parçaları oturtamıyordum ya da oturtmak
istemiyordum. Küçük ağabeyimle ilgili bir şey duymak istemiyorum diye
tekrarladım kendi kendime ve tüm cesaretimi toplayıp “ben evlatlığım değil mi?”
diyiverdim bir çırpıda. Annemle babamın aynı anda “kimse evlatlık değil hepimiz
bizim çocuklarımızsınız” deyişi üzerinden otuz yıl geçmesine rağmen hala
kulaklarımda. İçim rahatlamıştı biraz. Sonra annem ve babam karşılıklı paslaşarak
anlattılar tüm detayı.
Babam annemi gençliğinden beri çok severmiş. Ama önce annem
istememiş, naz yapmış. Fazla naz. Zaman geçince de babam ilk anneyle (ona anne deriz annemin sayesinde) evlenmiş,
ablam ve iki ağabeyim doğmuş. Ama ilk annemiz çok genç yaşında melek olmuş,
kanserden. Hem de arkasında on, sekiz yaşında ve altı aylık üç çocuğunu
bırakarak. Babam çok zor zamanlar geçirmiş. Dadıların bir gelmiş biri gitmiş. Ama
hiçbiri bir annenin verebileceği sevgiyi verememiş ablama ve ağabeylerime. İşte
babam o an anlamış çocuklarına kalbi çok büyük bir kadının “gerçek anne” olabileceğini
ve anneme yine evlenme teklifi etmiş. Daha sonra da bu evlilikten de ben ve
diğer iki kız kardeşim doğmuş.
Annem bana o gün benim ailenin tam ortasında durduğumu ve bu
ailede kardeşlik düzeninin bozulmaması için bir bağ olduğumu söyledi. Haklıydı
da ilk ben öğrenmiştim, küçük ağabeyimden de önce. Annemler ona anlatana kadar
bu bizim sırrımızdı annem, babam ve benim aramda. Daha sonradan anlatıyorlar
bana. Aslında Tuna Pastanesine gelirken annem ablama da söylemiş bana gerçeği
anlatacaklarını. Hatta annem ablama “dönünce nereye gittiniz diye sor bakalım”
demiş. Ablam da sordu bana. Cevabımı hatırlıyorum; “büyük ailemiz için daha
büyük bir ev bakmaya…”
Muz, şeftali, armut, portakal ve diğer tüm şekillerdeki marzipanlardan ve şemsiye çikolatalardan ikişer tane aldık ve çıktık. Biri bana biri canımdan çok sevdiğim ağabeyime.
Tuna Pastanesi’nde o pazar günü otururken anladım ben anne olmanın ne demek olduğunu, ne gibi fedakârlıklar istediğini. Otuz üç yaşında bir kadının bir anda üç çocuğa nasıl yetebildiğini, bir adamı sevmenin kadına nasıl bir güç kattığını, bir kadını sevmenin bir adama nasıl umut verdiğini.
× o gün anladım ben gerçek anneliğin sadece doğurmak olmadığını,
× o gün anladım ben anneliğin zamanını ve ilgiyi daha muhtaç olan çocuğuna vermek olduğunu,
× o gün anladım ben anneliğin kadına nasıl bir güç verdiğini,
× o gün anladım ben çocuğun bir annenin hayatındaki önemini,
× o gün anladım ben, anne olan bir kadının yapamayacağı bir şey olmadığını,
× o gün anladım ben annemin değerini,
× o gün anladım ben neden anne olmak istediğimi; İçimden taşan sevgimi vermek istediğimi…
Bugün anladım ben, 2013’de ki amacımın evlat edinmek için
kuruma başvurmak olduğunu. Tüm incelemelerimi yaptım ve evraklarımı
hazırlıyorum. 2013’de ki tüm dilekleriniz kabul olsun.
ablacım okurken çok duygulandım; amcam ve yengemin hikayesini biliyordum (annem anlatmıştı) ama bir hikayeyi kahramanlarından dinlemek çok daha etkileyici oluyormuş; ben amcam ve yengem dışında siz sevgili kuzenlerimi tanımıyorum ama çok tanımak istiyorum. Evlat edinmeyi düşünmeniz çok güzel tebrik ediyorum sizi; şimdiden yiğenime hoşgeldin diyorum; Büyük kocaman ve güzel insanlarla dolu bi sülale oluyoruz zaman geçtikçe... çok öpüyorum siziii
YanıtlaSilSongül'cüm merhaba,
SilHarika büyük bir sülalemiz var ve ihmalkarlıktan zaman zaman bile biraraya gelemiyoruz.
Yorumun ,çin teşekkür ederim. Harika bir karar verdiğimi düşünüyorum. Ama duyduklarımdan okuduklarımdan biliyorum biraz zorlu ve uzunca bir süreçmiş. Umarım Allah yardımcım olur ve miniği çok beklememize gerek kalmaz.
Hepinizi öpüyorum.
Mügeciğim, Sevinç Teyzemin kocaman kalbini hep hayranlıkla izledim... Şimdi de senin kalbinin büyüklüğüne ve gücüne hayran kalacağım bir sürece giriyoruz galiba... Herşey gönlünce olsun canım...
YanıtlaSil2013 biterken okuyabildim yazınızı, inşallah herşey yolundadır.
YanıtlaSil